Bu yazıda kendilik aktivasyonu üzerine bir şeyler yazmak istedim. Kişiye hayatın yaşanmaya değer bir yer olduğu hissettiren tek şey yaratıcılıktır. Yaratıcılık yoksa hayatta her gün bir önceki günün benzeri, hatta bazen aynısıdır. Yaratıcılık demek şu an burada olmak, yaptığın işi, uğraşı, yaşadığın duyguyu kendin olarak yaşamak ve bu hissi devam ettirebilmektir. Yaratıcı olan çocuktur. Çocuk elindeki poşeti balon gibi şişirip onunla oynayabilir, çocuk yerdeki halının desenini otoyol yapıp orada hızlıca arabasını sürebilir. Çocuklar nesneleri zihinlerindeki fantezilere uydurma konusunda oldukça yaratıcıdır.
Bütün çocuklar yaratıcıdır fakat yetişkinlerin çok azı yaratıcıdır. Çocuk büyüdükçe toplumun çocuktan beklentileri artar. Henüz 3 yaşındaki bir çocuktan yemeğini yerken sofra kurallarına uyması beklenmezken 8 yaşındaki bir çocuk yemeği dökerek yediği zaman etrafındaki yetişkinler tarafından uyarılır. Çocuk zamanla diğerlerine boyun eğmeyi öğrenir. Kurallara uymayı, yaratıcılıktan ve kendisi olmaktan vazgeçmeyi öğrenir. Dışardaki dünyada sadece uyması gereken kurallar da yoktur aslında, çocuk duygusal olarak da diğerlerinin duygularına uyumlanmayı öğrenir.
ANNE BABA’NIN ÇOCUK DÜNYAYA GELMEDEN ÇOCUKLA İLGİLİ TASARIMLARI VARDIR
Çocuğa bakım veren kişilerin ya da anne-baba’nın çocuk dünyaya gelmeden önce onun geleceğini belirlediğini görürüz çoğu zaman. Çocuğun hangi okulda okuyacağı, hangi mesleği yapsa daha iyi olacağı, nasıl biriyle evleneceğine kadar zihinsel bir plan,program yapmışlardır. Böylelikle çocuk dünyaya geldiğinde anne babanın olmak istedikleri mesleklere sahip olmak için çalışacak, anne babanın yaşamak istedikleri hayata sahip olmak için çaba harcayacak kısacası anne babanın yapamadıklarını yapmak için elinden gelen bütün çabayı sarf edecektir. Peki kendi kimliği ve kişiliği bu süreçte ne olur? Çocuğun kendine ait bir kimlik ve kişilik geliştirmesi bu koşullarda imkansızdır.
KİŞİNİN DUYGULARI KENDİNE Mİ AİT BAŞKALARINA MI?
Çoğu birey çocukluğunda kendine ait duyguları yaşadığında ona bakım verenler tarafından cezalandırılır. Bu ceza daha çok duygusal bir cezadır. Anne eşiyle yaşadığı problemden dolayı üzgünse çocuğun o gün mutlu olmasına izin vermez. Bir şekilde çocuğun duygularını manipüle edip kendi duygusunu çocuğa empoze eder. Eğer çocuk annenin duygusunu alma konusunda direnirse anne çocuğu sevmeyerek, küserek ya da kendinden uzaklaştırarak cezalandırır. Annenin olumsuz duygusuna dayanamayan çocuk bir süre sonra annenin duygusunu alır ve üzülür. Bu döngü sadece olumsuz duygular için geçerli değildir. Bütün duygularda sistem aynı şekilde işler örneğin; şaşkınlık, kızgınlık, hüzün, coşku, korku, kaygı gibi pek çok duyguda anne çocuğuyla aynı hissetmek ister.
KENDİ DUYGULARI OLMAYAN KİŞİLERİN KENDİ HAYATLARI OLMAZ
Hayatı boyunca diğerinin duygusuyla yaşayan kişilerin kendilerine ait bir hayatları olmaz. Sevdiği, korktuğu, coşku hissettiği her şey çocukluğunda ona bakım veren kişilere aitse, birey ilk önce ergenlikte, daha sonra orta yaşlarda ciddi psikolojik problemler yaşar. Her günün aynı olduğunu söyler mesela, hissettiği duygularda uzun süre kalmakta güçlük çeker, yalnızlık çok acı verir çünkü duygu alacağı kimse yoktur. Yani diğerinin duygusu olmadığında ne hissedeceğini bilmez, bilemez. Kendine ait duyguları yoksa kişinin kendine ait bir işi, bir mesleği, bir hayatı da olmaz.
HAYALLER VE GERÇEKLER
Yetişkinliğin provaları çocuklukta yapılır. Oyunun en önemli işlevi de budur. Çocuk büyüdüğünde ne olacağının denemelerini oyunlarla yapar. Oyun bizim fantezi dünyamızdır. Yetişkin birey ne yapacağına karar vermeden önce fantezisini kurar. Fantezi ve gerçeklik bazen aynı zeminde buluşmaz. Bulunduğun pozisyon, aldığın eğitim, seçtiğin meslek arasındaki paralellik kişinin iş hayatındaki başarısını artırırken kısa vadede çok büyük beklentiler kişiyi hayal kırıklığına uğratmakla kalmaz süreçte yeni bir deneme yapmasına da ket vuracak sonuçlara sebep olur. Yeni bir iş kurarken çocukça hayal edip gerçeklik yani yetişkin aklının eleğinden geçirmek kişiyi başarıya götüren en önemli faktördür. Çocuk yaratıcıdır, yetişkin gerçekçidir. Kısa vadede çok iyi paralar kazanmak, çok güzel işler yapmak elbette olasıdır fakat bu nadiren olur.
Çocuğun ayakları üstüne bastığı ve dünyaya ilk adımını attığını dönem çocuk için inanılmaz coşkulu bir dönemdir. Çocuk kendi başına yürüdüğünde ve annesiyle arasına mesafe koyduğunda dünya çocuk için keşfedilecek inanılmaz bir arena halini alır. Çocuk istediği oyuncağı alabilecek, istediği eşyayla temas kurabilecek, istediği yere ayaklarını yere basarak gidebilecektir. Küçük kaşif annenin sınırlarından uzaklaştıkça dünyayı daha bir şevkle inceler ve çoğu zaman düşmesi, dizini bir yere çarpması bile onu durdurmaz. Süreçte çocuk yeniden yakınlaşma dediğimiz döneme girer.
Bu süre ortalama bir-bir buçuk yaş arasını kapsar. Yeniden yakınlaşma döneminde anneyle ayrılmanın hüznünü hissetmeye başlar çocuk. Anneyle tekrar beraber olma, bir olma duygusuyla anneden ayrılma içgüdüsü arasında gider gelir. Bu süreçte anne çocuğun bağımsızlaşmasına izin verirse, onun kendi başına koşmasına, oynamasına bazen uzaklaşıp yakınlaşmasına izin verirse çocuğun dünyaya attığı adımlar daha sağlam, çocuk bundan böyle yaptığı her işte kendinden daha emin olacaktır. Yetişkin bir adam olduğunda ya da yetişkin bir kadın olduğunda bir işe başvurduğunda, kendine ait bir işyeri açtığında, okumak istediği bölüm için çaba harcadığında annenin onu desteklediği, kendi başına yapabilirsin eğer yardıma ihtiyacın olursa arkandayım duygusunu içinde hisseder.
Şayet anne çocuğun içgüdüsel olarak yaptığı dünyayı keşif hikayesinde çocuğa destek olmazsa, çocuk parkta anneden uzaklaştı diye çocuğa kızarsa, yan odaya gitti diye çocuğa küserse çocuk yetişkin bir birey olduğunda kendisi için yaptığı her şeyde, içinde kendisine küsen cezalandıran annenin duygusunu hisseder.
YENİ BİR KİMLİK VE KİŞİLİK KAZANMA SÜRECİNDE TERAPİ;
Terapide kişi öncelikle diğerlerine ait olan duygularını, davranışlarını, düşüncelerine fark eder. Kendine ait parçaları keşfedip onları daha sık yapmak, diğerlerine ait olanları da her defasında fark edip yavaş yavaş yapmayı bırakmayı öğrenir. Terapi odasında iki kişi olduğunda danışan bunu terapistiyle deneyimlediğinde diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde de kendi duygusunda kalmayı ve kendi duygusunu yaşadığı için cezalandırılmadığını, küsülmediğini öğrenir. Terapi uzun bir yolculuktur. Bu yolculuk da terapist danışanın yoluna ışık tutar, danışan hangi yolu seçeceğine kendisi karar verir.